1 Mart 2021 Pazartesi

Birisi duysun diye sesli düşünen adam…!

Baştan I. bölüm:

 

Birisi duysun diye sesli düşünen adam…!

 

 

yalnızlık,

varlığı kimseye ispatlanamayacak bir gerçektir

yokluğu ise şüphe götürmeyen bir yalan...


pan'ik bir sancı gibidir

ancak anıldığı zaman ortaya çıkan


yalnızlık,

faydası da olan,

ama zararı faydasından çok olan

ve bu yüzden de, 

halk arasında hala kullanılan

yaraları dağladığına inanılan...

ama bir şekilde zararı faydasından çok olan..


yalnızlık,

Kalabalıktan süzülen Şarap

ve Hiçliğin ensesinde pişen boza

yanlızlık kelimesinin de isim babasıdır...


Ondan Geriye Doğru VIII Bölüm:


ONDAN GERİYE KALANLAR !


bir kibritin

bir ormandan daha kudretli olduğunu idrak ettiğim yıllardı

çok şaşırmıştım

yeşilin mavi ve sarıdan yapıldığını öğrendiğimde

göğe uzayan bir merdiven beklediğim yaşlardaydım,

annemin begonyasının dibine, fasulye taneleri sokuşturup

herkesin kendini oynadığı yıllardı


sonra Çarli Çaplin çıktı

zaman modernleşti...

modern

leşti....


çok şaşırmıştım mesela

Cüneyt arkının aslında adaşım olduğunu öğrendiğimde

dünyanın bir Süpermen'inin olmadığını,

ama dünyanın gerçekten bir Süpermen'e ihtiyacı olduğunu öğrendiğimde

çok şaşırmıştım


ağlamak,

bir şeyi elde etmek için kullandığım

"etkili bir konuşma" tarzıydı sadece

sonra,

başka bir sürü işe yaradığını da öğrendim

ona da çok şaşırmıştım...


evet ona,


sanki,

üflese kapatacak kadar güçlü görünmüştü gözüme 

o yıllarda meşhur olan, ozon tabakasında ki deliği


o gün anlamıştım ilk

pembe rengin de yanaklarda yapıldığını


siyahın bir adının da kara olduğunu

ve bu karanın gözlere siyahtan çok yakıştığını


bir çift gözün !

üstüne lazım olmadığı halde her dili bildiğini

ama dillerin konuşmaktan bile aciz olduğunu

anladığımda çok şaşırmıştım



 

III. Bölümün Sonu, 

IV. Bölümün Başı

 

 

Başlık: Rüyasında “rüya göremeyen bir adam” gören adam !!!

 


bir yerlerde ,

rüyasında rüya göremeyen ve

artık bu  rüyayı da göremeyen biri

olabilir mi ? 

olabilir...


büyümenin,

Rakım'ın bir rakam olduğunu

ama rakımın rakamla aynı şey olmadığını bilmek te olabilir


Ya da, Roma'yı yakanın yapandan çok anılması olabilir

yazılımımızda ki hata...


İnsanı Anti/K kahramanlık müessesine götürenin

Seçimler mi şartlar mı olduğunu irdelemek olabilir

Ya da

yine yalnızlıktan bahsedeceğim için

İkinci bölümü atlamamın şiirde oluşturacağı paradoks olabilir


SON


İlgilenenler için ek bölüm:



"atladığım bir şeyler var mı diye bakıyorum

.................bütün engellere takılmışım !

 

 


Sana denk gelesim var !!!


Umulmadık bir yerde 

Sana denk gelesim var bugün

Süpürülmemiş bir pazar yerinde

Çürümemiş sebze ararken göçmen çocukları...

 

Ya da, Geçerken, Şehit ismi verilmiş üstgeçitlerle dolu bir şehirden...

Ve yürürken benimle, yanımda mavi yatan şu deniz

Mola vermiş bir mola yerinde

Sana denk gelesim var bugün…

 

Hamsi gibi parlasa gözlerin

Seni görmeyi beklemiyordum derken

Ben konuşmasam, çoğaltmasam şiiri

Ve Korkarken çökmesinden

Geçtiğimiz her tünelin...

Çıkışında, Sana denk gelesim var bugün…

 

Ünye sahilinde yakalamak için gün batımını

Bütün hız sınırlarını ihlal etsem

Ve dökerken ağlarını balıkçı tekneleri

Silahli bir memurun kestiği ceza fişinde

Sana denk gelesim var bugün…

 

Çay toplayan bir kızın eteğinin nakışında

Kirlenmiş bir derenin denize akışında

Yurduna sevdalı bir gencin bakışında

Sana denk gelesim var bugün…

 

Nemli ve sıcak bir rüzgâr doluyor içeriye

Serinlemek için açtığımda camları

Yörelerine has imgeler ararken

Geçtiğim şehirlerin sokaklarında

Postal eziği, Bir Eylülün on ikisinde...

Sana denk gelesim var bugün…

 

Kamyon taşıyan bir kamyonun terkisinde

Çağımıza özgü bu vebanın gölgesinde

Yarım kalmış bir vedanın bölgesinde

Sana denk gelesim var bugün…

 


seslendiren : Şenol Keskinoğlu 

 

Saklıdır ll

 


  

Şöyle bir temas et, keyif ehline

En geniş göğüste, darlık saklıdır

 

“Yokluğun bölgesi” dediği  yerde

 Arife aşikâr varlık saklıdır

 

İdraki ikrar et, duyan bulunur

İkrarın içinde dirlik saklıdır

 

Sayılmaz sayıda varlık içinde

Dikkati nazar et, Birlik saklıdır

 

Şüpheye cesaret demiş feylesof

Korkuda en büyük erlik saklıdır

28 Şubat 2021 Pazar

SAKLIDIR



Nasılın içinde neden saklıdır

Nerden bileyim, neden saklıdır ?


Tükenmez, sadece değişir zaman

Babanın içinde deden saklıdır


Göz önünde nice sırlar gezinir

Her ruhun dışında beden saklıdır


Her vuslat hüzünle çağrılır, çünkü

Gelenin içinde, giden saklıdır.


Gelirken dünyaya neden ağlarız ?

Doğanın içinde ölen saklıdır

24 Ekim 2018 Çarşamba

“Bu Duruşa Bir Git Demek Lazım” Hakkında – İlkay Coşkun (*Fahrettin Köseoğlu Şiir Kitabı)


“Bu Duruşa Bir Git Demek Lazım” Hakkında – İlkay Coşkun
(*Fahrettin Köseoğlu Şiir Kitabı)

Kitaplardaki kurgu ve yaşanmışlıklar kendini bir şekilde ele verir. Özellikle yazarın içtenliğini, yaşanmışlığını yazılarında görebilir ve hissedilebilirsiniz. “Bu Duruşa Bir Git Demek Lazım” şiir kitabını da okurken özellikle bazı şiirlerde şairin mazideki yaşanmışlıklarına, acılarına şahit oluyoruz. Adeta hayatın nirengi taşları gibi yerini almış olan bu zaman dilimleri, bölüm bölüm sizi içine çekip şairin şiirlerinde yer bulduruyor.
Çoğu zaman şairin şiirlerindeki sesinin yüksek mi yoksa dingin mi olduğu okurun merakıdır. Bu kitapta zaman zaman hem yüksek sesi, hem de dinginliği buldum diyebilirim. Bölüm bölüm hayatın hareketliliğine, canlılığına şahit olurken başka bir taraftan da acıyı hüznü yaşamış ve bunun sonucunda kabullenişi, tevekkülü ve dinginliği gördüm.
Şiir kitaplarında en önemli şey okuru sıkmadan okurun hayal gücüne farklı enstantaneler sunabilmektir. Şaşırtma, düşündürme, sezdirme gibi duyulara hitap etmeyi öncelemelidir şair. Kitabı heyecanla son sayfasına kadar okuyabilmek hatta kitap hakkında bir yazı yazabilmenin altyapısı bunlar olsa gerek. 2018 yılı Ocak ayında ilk baskısı yapılan 242 sayfa kitap iki yüze yakın şiirle raflardaki yerini aldı. Şiir kitabını okurken şairin bütün şiirlerini okuyorum hissi uyandı bende. Her ne kadar şiir ile nesrin aynı kitapta yer alması şiirin doğasına aykırı görülse de son sayfalarda yer alan şiir ve şair ana temasındaki beş yazının kitapla bütünleştiği görülmektedir.
Yazılan edebi ürünleri değerlendirmek ayrı şey, eleştirmek ayrı şeydir. Değerlendirmeyi eleştirmek ise apayrı ve ustalık gerektirir. Ustalığın altını çizmek istiyorum. Birçok eserin yanında bir o kadar da demesem de eleştiri ve değerlendirme yazılarını okumaktayız. Ne kadar acıdır ki eleştiri adı altında kurban seçilen o eseri itham altına almak isteyen birçok kalem görmekteyiz. Bahsedilen eleştirmen çoğu kez fikirlerinin salt doğru ön kabulüyle hareket etmekte ve ister istemez yanlışlığa düşüp amacının dışında hareket etmektedir.

Şiirin edebi değeri ne kadar yüksek olursa olsun tekdüzelik okuru her zaman yorar ve sıkar. Fahrettin Köseoğlu kitabında serbest tarzda yazılan şiirler çoğunlukta olmasına rağmen aralara serpiştirilmiş hece şiirleriyle okur farklı iklimlere taşınmıştır. Şiirde tema ve kısalı uzunlu boyuttaki şiir sunumları özgürlük alanını bir nevi genişletmiş.
Kitabın içeriğinde bir yolculuğa çıkalım istiyorum.
“Babam fabrika işçisiydi
Annemse, annemiz” mısrasının ana fikrinde eser okurla birlikte yol alıyor.“Annem Kadın ve Babam Adam Hikâyesi” isimli şiirin bir bölümünde;
“Babam adam ve annem kadın
Durmadan duraksamadan mutluydular ya
Dolma gözlü, sıpa boylu çocukları,
Alınlarında derin çizgileriyle,
Durmadan duraksamadan mutluydular ya”

Kitapta dikkatimi çeken farklı imgelere bir göz atarsak;

*Adın sız kal ölüm *Ver ediyorlar narayı *Ellerini kavuşmaya dair aç sevgilim *Ey varlığını yokluğundan anladığım *Bu aşktan taşındım, adresim aynı *Ben oturup gözlerinin karşısına ..Ummadık şeyler umarım gözlerinden sonra *Bu şiir de kombili evlerde kullanılmaz .. Sobamız gururumuzdur *Hiçbir şey yap yeter *Seyyardı aşkımız ve zabıta kılıklıydı hayat *Sobalarda “cıs” denen bir şeytan yaşardı *Dip boyası gelmiş kokonalar *Herkeslik duruş gibi örnekleri artırabilirim.

Şairin şiirlerinde kullandığı farklı ve dikkat çekici kelimeleri örnekleyecek olursam;
*Ledün *Seba-i dü *İstankara *Höllük *Sürgit *Zamazingo *Şoşarma *Möhkem *Merek *Muttasıl *Pirincipia *Rüyalamaca *Medusa *Saykodeli *Üşümtrak *Zebun.. gibi.

Şair, edebi sanat kullanayım diyerek yazmaya oturmaz ama şiirlerinde birçok edebi sanata yer verebilir. “Ankara’da Sensiz Bahar” şiirinin bir bölümünde,
“Ve sen, kömür fiyatları kadar insafsızsın sevgilim
Bu şiirde hiç anmadım seni bu yüzden”

Şairin şiirlerinde dolambaçlı anlatım yok denecek kadar az. Direk anlatım çok daha fazla. Şiirlerde okuru düşünmeye zorlayan derinlik var. Sorgulama, kıyaslama ve örneklemelerle tüme varım düşüncesi hâkim.

Hece şiirlerinden “Geldin Ama..” şiirinden bir dörtlük paylaşmak istiyorum.

“Ne haller çektiğim, herkese ayan
Benimkisi bakma, gereksiz beyan
İçeri aldı dedikleri bayan,
İnan ki kapıyı, çaldı da gitti”

Serbest vezinde yazılmış “Hasta” şiirinde;
Hastayım.
Üç asır uyumuş,
Mermer heykeller gibi
Her yanım çatlak ve soluk

Özdeyiş, deyim, atasözü ve bilindik bazı güzel sözlere de şiirlerinde yer vermiştir şairimiz.
“Kendini sureti haktan sanan”, “Cümrün kadar yer yakarsın” gibi.

Şairin, hayatının bir bölümünü Almanya’da geçirdiğini gerek biyografisinden gerekse de bazı şiirlerinde kullandığı Alman isimlerinden ve Almanca kelimelerden anlıyoruz. Bir şiirini Almanca olarak kitapta yer vermiş. Keşke Türkçesini de vermiş olsaydı diye içimden geçti. Burada ki maksat belki de okuru meraklandırma olabilir.

Şairin şiirlerinde anne, baba, ölüm, aşk, gurbet, matematik, Kelkit, Ankara, İstanbul, sosyal içerik, yöresel hikâyeli şiir, çocuk ve vatan konuları daha belirgin yer verilmiştir.

Sözü fazla uzatmadan. Şairimize başarılar diliyorum. ‘Bu Duruşa Bir Git Demek Lazım’ şiir kitabının okurunun bol olmasını temenni ediyor son sözü yine şairimize bırakıp güzel bir şiiriyle değerlendirme yazıma son vermek istiyorum.

DARAĞACI (Adnan Menderes’e)
Hüküm giydik topyekûn/ Ben ve hücrelerim/ Boynumda asılı bir levha/ Suçlu düşüncelerim/..Ne korkunç bir manzara/ Darağacındayım/ Anne! Son arzumsun/ Anne! Dardayım/.. Bana vurur gibi vurdular/ Sandalyeme tekmeyi/ Çok acıdı anne../ Acıdan, unuttum ölmeyi.


* 1976 yılında Gümüşhane’nin Kelkit kazasına bağlı Babakonağı Köyü’nde dünyaya geldi. İlköğretimini Almanya’nın Baviyera eyaletinde tamamladıktan sonra, ortaokul ve liseyi Gümüşhane’de sırasıyla Atatürk Orta Okulu ve Gümüşhane Lisesinde tamamladı. Halen Anadolu Üniversitesi kamu yönetimi öğrencisidir. 3 çocuk babası. Ankara’da ikamet etmektedir.

10 Mayıs 2018 Perşembe






Uzun yılların birikimi olan şiirlerimi tek çatı altına toplamak bize de nasip oldu inşallah..."Işık Yayınları" tarafından basılacak olan kitabımla Başta Gümüşhane Edebiyatı olmak üzere...Milli Edebiyatımıza bir damla su verebilirsek ne mutlu bize...

16 Kasım 2017 Perşembe

Kantardaki Put

Koşma sır peşinden, bu iş sırsızdır
Zamana güvenme büyük hırsızdır

Sorusu olmayan cevapsın, anla
Bir binasın ancak kemik ve kanla

Bir resmin aynada resmi gibisin
Yokluğun zirvesi, varlığın dibisin

Alınmaz bir yol bu atla, arşınla
Cismini harap et, aklı kurşunla

Beden bir libastır, ruha giyilmiş
Rükuda biri dik, biri eğilmiş !

Gözün dikip bakma, gerçeği seçmez
Gerçeğin kervanı, bu yoldan geçmez

Kalbiyle duyana, kulak bir yüktür
Eşeğin kulağı neden büyüktür ?

Kantarla tartılan putun hamalı
Ruhun çıplak gezer, kalbin yamalı

5 Aralık 2016 Pazartesi

Demiyor





Tutuklum değilsin, tutkunsan bile
Ürperir yüreğim yutkunsan bile
Gözlerin bir anlık gelip de dile
Git! Dese giderim… Ama demiyor

Ey bu şehre rengini veren kadın
Susarsam, söylenmez sanırdım adın
Hayalim elinde esirken yâd’ın
Bit! Dese biterim… Ama demiyor

Işık mı varlığın yoksa gölgemi
Yüreğin bilmem ki emin bölge mi?
Ruhum sularında kaybolmuş gemi
Bat! Dese batarım… Ama demiyor

Gülüşün geceye gözyaşı döker
Umudum önünde boynunu büker
İstese kalbimi yerinden söker
At! Dese atarım… Ama demiyor

25 Nisan 2016 Pazartesi

Ne Kırarsın Lambayı





Ne kırarsın lambayı, Işığa kızdın diye
Ne üzersin sevdayı, Aşığa kızdın diye

Renkli boncuk satarsın, âmâların yurdunda
Söze sultan mı oldun, bir şiir yazdın diye

Her katında bir düğüm, sonsuz katlı sarayın
Başın dönmesin hemen, bir düğüm çözdün diye

Ateşi gül ederler, ibrahim hakkı için
Kor mu sandın kendini, bir parça kızdın diye

Sakiyi zorlama gel, onda bade bulunmaz
Sarhoş mu oldun hemen, bir parça sızdın diye

Bir avuç toprak idin, vardın elest bezmine
Sanma ki başıboşsun, bir ömür gezdin diye

Bir kuru namaz ile, dayanırsın kapıya
Binbir hesap sorarlar, bir canı üzdün diye

Sinan gel kır kalemi, bırak kendin övmeyi
Sahi ! Elif mi sandın, bir çizgi çizdin diye





5 Şubat 2015 Perşembe

Gerçeklik Aşısı






oyuncaklar, oynamak için değildir
ve oyuncaklar bunu bilir…

bir şey daha bilir oyuncaklar
zamanı anlamak için harcanan zamana yazıktır
zaman, çocuktan ceset yontan bir heykeltraştır

saf oyuncaklar,
ahmak oyuncaklar..

bilmezler ki
bilinen bütün dilleri konuşan gözlerinle geldiğinde sen
kaçacak delik arar zaman
ne heybetlisin, canım benim
hadi kaldır kaşlarını da,
konuş…

elleri kurusun ebu lehebin

annemsiz merhametler sahteliğinde çürüyor elma
ve anlamsız bir sızı sağıyor ellerim, hayatın memesinden
gariplikler bahçesinde bahar var
sen, ey renkleri görünür kılan sihirbaz
bana da ver biraz….

Hiç düşünmezmisiniz ?

Sayıların gittiği bir yer var
Öyle ya nereye kadar ?
Deme ki bir yer var…
Kuşların konduğu bir yerde var
Bir de gökte var aradıklarım
Onarı da gördün mü?
Onlar, yirmilerle beraber gittiler
Alıp başlarını gittiler
Ki başını kim alıp gitse
Hüzünlü bir şey yapmış olur
Hüzün, mutluluğun gölgesidir
Ve gölgeler kışın daha da uzar

Öyleyse dağılın yer yüzüne

Ve uyanın ki ölmüşsünüz çoktan
Bu toprak benim, Şu toprakta sensin, işte bak
Başka ne beklenir ki yoktan
Aydınlığın en fazla olduğu an,
Karanlığa en yakın olduğu andır
Ve bütün insanlık ziyandadır…

20 Ekim 2014 Pazartesi

Plansız şiirler…


Ne aklına düşerim birinin 
Ne aklıma düşer biri
Aklım düşer bu derde
Kalkamam yerimden
Mümkün müdür,
Hüzünlerin, silebilmek izlerini kalpten
Alışabilmek, alışmaya
Yaklaşıp yokluğa bunca çok
Yalamak sesleri, hiçin dilinden
Bir flamingo kadar pembe
Olabilse de düşler,
İçimize bu katran gerçekten düşer…

Yordukça yılları
Zamanın pulları düşecek avucuna
Bir bebeğin ağlamasıyla başlayıp
Bir yaprağın ölümüyle susacak evren
Kusacak beynin bütün hayallerini
Yer yerinden oynasa yeridir diyeceksin
Çürük elmalar gibi,
Düşerken yıldızlar kopup gökyüzünden
Bir kar fırtınası sakinliğinde yaşayacaksın tezatlarını
Bu tezatlar ki çocukluğun kadar eski,
eskiliğin kadar çocuktur
eski bir gocuktur arta kalan, kireçsiz duvarlarda
babadan kalma bir cekettir, sigara kokusunun sindiği
ve bindiğin omzuna bıraktığın izdir vefa…
neşesi ve sefası çekilmiş yıllardan,
üşümüş bir itin su kenarındaki resmidir arta kalan
zalim dağlar gibi durur işte orada
işte ortadadır, işte oradadır, yorma beni kalem…
iki ucu arasındadır dudağının denmez,
ipe çekilmiş, çarmıha gerilmiş, başı vurulmuştur sevdanın
ve düşmüştür sözlerim kuyuya yine
Yusuf kadar mahzun, Yusuf kadar ıslak..

2 Ekim 2014 Perşembe

Kestane Düşleri




bir mevsim daha düşüyor dallardan
kan içinde yollar caddeler
üşümezdi ellerim, bunca
sokulmazdım kendime
vurmasaydın giderken bütün gelişleri
şurada bir sevmek sahnelerdik, görsen

bulabilseydim eğer,
teselli etmek isterdim kendimi
son tanesi düştüğünde,
tersine dönecek kum saati...diye
ama olmadı,
gelecek geldi,
gelecekler gelmedi….

inecek var deyip, müsait bir masalda
durmadan durmak isterdim …
tutunup bir gülüşe kalmak isterdim aşık 
dönmesin bu döngüler, 
acılar kadar tatlılar da kalıyor geride…

16 Mayıs 2014 Cuma

Pahalı

Özlemin, sırrına eremez vuslat
Aldırma ağlamak, bulunmaz haslet
Erinme ey gözüm, kirpiği ıslat
Anladım ki bu yok, vardan pahalı

Akılı dost bilip ona dayandım
Ateşten sakındım buz ile yandım
Dirheme bir dirhem, alınır sandım
Neylersin ki Suyu, kardan pahalı

Leylasız çöllerde, mecnun olunmaz
Pervane yanar da, köze alınmaz
Alan bulunur da, satan bulunmaz
Bir Pazar ki ayva, nardan pahalı

28 Mart 2014 Cuma

Çocuklarıma Vasiyet 2



Zamanla sabrını sınama sakın
Zamanın senden çok zamanı vardır
Zamansız kelamdan dilini sakın
Her şeyin sırası, zamanı vardır

Sırrını idrak et alın yazının
Kısaya borcu var bil ki uzunun
Dağlarda dolaşan koyun kuzunun
Ektiğin buğdayda samanı vardır

Güçlüyse bileğin sanma bükülmez
Yıllanmış ağaçlar kökten sökülmez
Bulutlar dolsa da bazen dökülmez
Her şeyin Bir hükmü fermanı vardır

Hedefin Vuslatsa, azığın çile
Anahtarı Arşın verildi dile
Bilirsen onulmaz dertlerin bile
Doksan dokuz türlü dermanı vardır

Alem ki semahta, muttasıl döner
Topraktan gelenler, toprağa döner
Bakarsın kupkuru yaprağa döner
Her şeyin bir güzü harmanı vardır

Sözünü nasihat bil erenlerin
Erinme, elinden tut düşenlerin
Kurumuş fidana su verenlerin
Alemi berzahta ormanı vardır

28 Şubat 2014 Cuma

Şiir Sacayağının 3. Ayağı






 Tene zarar vermeden geçip, yüreği paramparça eden silah! Her biri bir yıldırım şiddetinde olan harflerin en tehlikeli dizilişleridir Şiir.
Bir ayağı cennette diğeri cehennemde, üçüncüsünü ise yere basmayan bir sacayaktır. Ve işte o basmayan ayağıdır ki okurunu kendine çeker. Onu bağlar, esir eder, biat ettirir… Cennetle, Cehennemi bir arada yaşamaya razı eder.
Üçüncü ayak, “meçhul”dür. Şairin anlatmadığı, Okurun anlamadığı! Ama ikisinin de vazgeçemediği. Tüm vasıflarıyla net ve belirgin olan Cennet, Cehennem ikilisinin arasında “Araf” gibi duran, kararsızlığın ve boşluğun çekirdeğidir. Hayal Makinesinin emrine verilmiş “akıllı madde”, bulunduğu kaba şeklini unutturan “Abı Hayat”, zaman cetveli üstünde oynayan “Cambaz”.
Kimilerine göre ilhamdır 3. ayağın kaynağı, kimilerine göre birikim. Mevlana yanmışlık şartını koşar mesela, Yunus sadıklığı. Karacaoğlan pınar başında rastlar ona, Mecnun kupkuru çöllerde arar. Veysel toprağa gömerken, Necip-cik, Necip-cik diye çağırır birisi!
3. Ayak, günümüz şiirinde ya tükenmiş ya unutulmuş ya da ulaşılmazdır. Kuru tasvirler ve mekaniği bozuk cümlelerle geçiştirilir olmuş şiir. Yazdığı şiire âşık olan günümüz şairi de. Kargadan başkasına “kuş” demez olmuş. Binlerce Donkişot doluşmuş, boş kalan meydana. Her birinin değirmeni kendi rüzgârıyla dönen…
Suyu çekilmiş meyve posası gibi kalmıştır şiir ortada; yetim, mazlum ve çaresiz. Talep yetersizliğinden kalmıştır, his yoksulluğundan. “Ruhun” zırhını delen şiir “Eşyanın” zırhını delememiş, materyalizmin –kütle, yerçekimi ve eylemsizlik- ilkelerine yenik düşştür. Göremediğine inanmayan insan, şiire ilgi duymamaya başlamıştır Düşünün,  kitlelerin yekpare öldürüldüğü günümüz dünyasında, insanların bir Bülbülün Güle olan hasretine acımasını beklemek haksızlık olmaz mıydı?
İşte bu yüzdendir ki Şiir, evrimini ve misyonunu tamamladıktan sonra, akacak yeni mecralar bulamadığından, önce kendini tekrar etmiş ve tıpkı Dinozorlar gibi yerküreyi yavaş, yavaş terk etmeye başlamıştır. 3.Ayak insanda başka sıfatlarda yansımaya başlamıştır. Ki bunlar insanın da misyonunu ve vadesini tamamladığının resmidir!
Bu nokta da, kendini sorumlu ve görevli hisseden bir avuç şair kalmıştır geriye. Fuzuli’nin de dediği gibi “başını taştan taşa vurup avare gezen”. Ve tüm bunların bilincinde, mütevazıce şiirin peşinden koşan ..

Fahrettin Köseoğlu


7 Şubat 2014 Cuma

Gitme zamanı



Ve gün olur,
Gelir gitme zamanı
Çekilir toprak ayaklarının altından
Çöker ümüğüne masmavi gökler
Alamazsın plastik bir toptan aldığını bunca yıldır
Veremezsin yetim yavrulara verdiğini bir baş okşamasının
Sustuklarına seslenirsin “hey” diye
Gemilerin alabora olur dinginliğin denizinde yüzen

Gün olur
Ay bütün sularını çeker alır yer yüzünden
İtilir kakılırsın,
Simsiyah bir iz bırakır içinde
Koşma hevesiyle yürüdüğün bütün o yollar
Bölünmüş kuru bir ekmek gibi dağılır zihnin
Arpa tanelerinin hışırdaması gibi
Uğuldar beynin antik bir hüzünle
Çentikler atageldiğin bu mahpusluk
Seni bir iç zindana tıkarda
Bulamazsın nefesine katacak bir yudum nefes

Gün olur
Ağlamak betimlemez hüznünü
Belki, bir kaplumbağa yavrusu mu dersin
can umuduyla köpük köpük dalgalara koşan
belki, yırtık bir çocuk çorabı mı dersin
kirli ve üşümüş parmaklarının arasından fırladığı
buğulu bir ses kaplıyor ufkumu
delirmek mi diyorsun,
aklın bunca acıya dayanmayıp bayıldığı


Oysa umut fidelemiştik yarıp ta zamanın bağrına
Maveranın sesi değmişti kulaklarımıza da
Heyecandan çocuğa kesmişti gözlerimiz
Daha büyük ufuklara dikmiştik gözlerimizi
Küçük bir misket gibi yuvarlanırken önümüzde dünya
Bütün burçlarına vurdular acımadan
Ve düştü yüreğim…


5 Şubat 2014 Çarşamba

Pirincipia






Her şey Göçük altında kaldı
Devrilince resmin oradan
Fısıltınla başlayan çığ
Gözyaşınla tünen çiğ
Yaz ayında, güpe gündüz
Papatyalar…buz altında kaldı

Susunca bir gece uzayından aldığım ses
Kesilince satırlar
Vurunca boynumu sözlerim
Usulca önüme düştü gurbet haritaları

Sesler ki,
Dillerin ucunda, Ahların içinde
Doğalgaza geçmeyen Havası kirli şehirler gibi
Bakmakla görülmeyen
Dinlemekle duyulmayan
Bir beddua kadar içten
Çocuklar kadar Pembe
Ve Annem kadar sıcaktı

Sesler ki
Yüzlerine Deniz kabuğu yapışmış
Çürümüş iskeleler gibi
Varmışlığın ve yokmuşluğun gibi durur orada
Kurur orada,
Suyunu sesinden alan bu aşktan habitat
Ne mümkün,
İstemek seni alabilme umuduyla
Çalabilme umuduyla dayanmak kapına
Kapılar ki adınla battı
Yıktığın bir hayal değildi, bakma
Dipdiri, dupduru bir hayattı

Bu hercümerce terk edip beni
Bu sanayileşmiş kentler topluluğuna
Sınırsız sınırlar yumağının içinde
Bu, yeşil mandalinanın göbeğine
Bu, süt emmişliğimin bedeline
Sevmişliğimin cezasına
Olmamanın olduğu yere terk edip beni
Bütün olasılıkları utandırarak gittin



16 Ocak 2014 Perşembe

Melek Kanatlı




Usulca koşuşur duygular, Sırlı
Bir kalp ki ezelden nasırlı”

Oradan, eşikten geçtiğin an
Bembeyaz kanadına, günah bulaşır
Ey kalbinde İbrahim yanan!
Bu düşte, melek ve şeytan dolaşır

Sesinde efsunlu bir lisan
Gözlerin meçhule akan bir nehir
Ey peri, karşında ki sıradan bir insan
Bu kadar yükü kaldırmaz bu şehir

Çalmışsa kapını uykusuz geceler
Düşmüşse yüreğine bir çiğ tanesi
Anlarsın! Oyun değildir bilmeceler

Anlarsın, Çaresizliğin yok çaresi

8 Ocak 2014 Çarşamba

Seni Bir Maviden Aldım



Seni bir maviden aldım
yer çekimine karşı gidiyorduk cidden
yüzünde tatlı bir gidiş duruyordu
göçebe akşamlarda
birlikte az mı bekledik seni
ve nedense gelmezdin olduğun hiç bir yere...

seni bir aniden aldım
kendinden geçerken ışıklar
buzlar gibi erirdin bu soğuk havalarda
üşümek senile sıcaktı,
şose dutluk asfalt dolmuşunda...

seni bir maniden aldım
manidar sözlerinle saldırıken burçlarıma
karadan yürüyecek hali yoktu ordumun
uçtuk gittik işte....

6 Ocak 2014 Pazartesi

Helezonlar






Kim sokmuş etimin içine fikri?
Niçin gökyüzünde, bu dev küreler
Kime çeker kalbim, sayısız zikri
Bitecekse, neden başlar süreler

Pörsümüş beynimin, nedir esrarı
Ruhumla bedenim, nasıl kaynaşır
Güneş’in doğmakta, ne bu ısrarı
Ay ile Sema’da, neden oynaşır

Düşünmek ödülmüş, insana özel
Ödülüm ölümüm, olacak bir gün
Çözülmez iki şey, ebetle ezel
Onlarda malumum, olacak bir gün

Helezonlar dipten, dibe kıvrılır
Girdaplar içine, dalar giderim
Yokluğun gözleri, bana çevrilir
Korkumu varlığa, salar giderim. 

2 Ocak 2014 Perşembe




Kapımı döverdi bir deli yağmur
Ürkerek açardım, bakardım sensin
Rüzgârlar camları titretir durur
Camlara koşardım, bakardım sensin

Siyahı, gözlerin diye severken
Gündüzler çok geçti, geceler erken
Yokluğun yurdunda seni beklerken
Ümitsiz düşerdim, bakardım sensin

Ümidim mum gibi titrer durur
Kahrımla dokunsam denizler kurur
Karanlık dünyamı uykular vurur
Gözümü kapardım, bakardım sensin

3 Aralık 2013 Salı

Giderim Elbet



Giderim

Zannetme gidemem, giderim elbet.
Yüreğim yese de senden müebbet.
Gözümse gözüne duyan, muhabbet,
Gözümü yerinden söker giderim.

Geldiğim yolları yıkmışsa seller.
Kaybolup gitmişse koyduğum izler.
Tırnağa hasret kalsın bu eller,
Dağları tırmalar yıkar giderim.

Bir gülün sesi ah, olsa da sesin.
Nefese muhtaç etse beni nefesin,
Şiirler, erkekler ağlamaz desin,
Gözyaşım yollara, döker giderim.

Giderim, adını unutmam sanma
Sadece gözlerin kalır muamma
Bir çınar yerinden oynamaz amma
Dizlerim üstüne çöker giderim…

Bu aşkın şahidi, dilsiz sokaklar.
Sevmeyi bilir mi sandın korkaklar
Sökerken ayrılık kokan şafaklar
Yıldırım misali çakar giderim

Biterken, çektiğin bu acı film,
Bilmem aklımı okur mu dilim.
Veda’ın güzeli olmaz sevgilim
Son bir kez gözüne bakar giderim

Fransız ihtimali


Boşunaymış, bu boşluklar
İçimizde açtığımız .
acıdan başkası dolmadı,
güvercinlerin su kapları gibi…

var gücümüzle ittiğimiz
gittğimiz, bir yer değilmiş orası
alnımıza tak diye çakıldı,
anladık….
Sen ve ben ve ben ve sen
Bir ihtilale daha Fransız kaldık

Bir ihtimale daha yaklaşmışken
Bir kez daha devrildik sarma sarışan..
Sen de perme perişan…
büyüyen bu iç uçurumumuz
İç huzurumuzla birlikte hafriyat işine girmişler

ağlıyoruz, Nuh’un gemi yapası geliyor yüzümüze

kötüyüz işte,

aleni, eksiksiz ve koyu …

2 Aralık 2013 Pazartesi

Saykodeli




İçimde ulaşamadığım derinlikler
Açamadığım binlerce kapı
Kapıların ardında aynalar
Aynalar ki bakmaya yürek ister
Korkunç aynalar, ödlek aynalar

Ay’ın içimdedir karanlık yüzü
Dünyanın bittiği yer içimdedir
Cıvıl cıvıl renklerin…
Kararıp, Battığı yer içimdedir
Günden erken iner, aydan evvel doğarım
Uykudan önce uyur, uyanmadan ayarım
Beni böyle bilmesin diye nas
Ben yine hep kendime has
Sızlanır dururum….
Görürüm Kendimden geçerken
Bir An’a sinen yılları
Yıllar ki yaşamaya yürek ister
Canım yıllar, cicim yıllar

Fındığını sincap yemiş külkedisiyim ben
Denizlerin kıyıya vurduğu üvey kumsal…
Kartal yuvasından atılan ayrık yavru …
Uç uca üç üçgen kadar keskin köşeleri ile
Fraktal formunda büyür çilem
Açarken zehirli güllerim
“Diken yarası” özlemiyle tutuşur ellerim
Eller ki tutuşmaya yürek ister
Sahipsiz eller, kimsesiz eller

İçimde uğraşamadığım delilikler
Aşamadığım binlerce dağ
Dağların ardında aynalar
Aynalar ki bakmaya kıyamazsın
Güzel aynalar, yazık aynalar






14 Mayıs 2012 Pazartesi

Ben, kendim ve Hiç




ben ki acıya malik, hüzne hissedar olmuşum
içimden, kendimi çıkarıp seninle dolmuşum

Gözlerimi hiç görmedim.
bakamadım yüzüme daha bir yabancı gibi 
Aynalar girdiler araya hep
Aynalar ki, “yalan”dan türerler….

Soluk ve silik yaşamımı sürüklerken
Her yerden uzak ve her yere uzak bu şehirde
Bir sıcak gülüşünle çıkageldin, hatırlar mısın
Ben yaşlanmaktan korkar,
Kendimden ürkerdim, değiştikçe aynalar
Sen gençtin, güzeldin, dudaklarındın…
Cıvıl cıvıl bir kelimeydin, bulamadığım

Ben bir çift söylenmemiş söz bulup takmak için saçlarına
Uzayıp bu giden siyah mı desem kara mı ?
Ah çekip, eğerek boynumu dilenciler misali
Ne istedim ki bilmem gözlerinden, vermiyorlar bana

Dedim ya,
Yüzüme hiç bakmadım daha,
Senin gözlerine bakar gibi
Ki bu “sen” anonimdir…
Ve senin yerine kullanılır şiirlerde.

Bilmiyorum, beklemekti belki seni
Bu romantik orta yaş krizinin ön koltuğunda
Yağmurun terse yağdığı, kar karanlık yollarda.
Direnmekti belki, hep yanında getirdiğin gözlerine…
Bu yıkım, bu susuzluk bu harfsizlik içinde
Bütün duyulardan sıyrılıp arınmak
Bir aşk’ı daha gidişinden tanımaktı sevmek…

Ne mümkün,
Sen öyle inci, boncuk.
takım yıldızlarını takıp peşine
havayı suyu ve toprağı mühürleyip dudaklarınla
şeytanla meleği iç içe koyup…
ne mümkün, bir an olsun ayırmak gözlerimi gözlerinden
ki o gözlerin, hep seninle gelirler…

susma,
ey varlığını yokluğundan anladığım
yalnızlığa yalnız yürünmez bilesin

Herfene Bolluğu


26 Mart 2012 Pazartesi

Göz koyması mesafeler



merak ediyorum ,
her birine gözümü koysam gözümün uzandığı yerlerin
kaç göz koyması uzaklıktadır sonsuz…
ya da görünmeyen
yok diye tabir edilen
olmamamsı gereken
yok olmaması gereken bir yok…

bilirim ki
varlığım ihbar niteliği taşımakta 
uyumakla aciz
sevmekle aziz oluyor
doğumu mucize
ölümü musibet sayıyorum
gökyüzünden anlıyorum sonra
sadece insanda olmadığını aynaya duyulan ihtiyacın

5 Mart 2012 Pazartesi

Eylülden Kalanlar




Ve yandı zaman
Eylül’den geçerken...

Eğilip su içerken aynadan
Ağzımın içine düştü Deniz
Bu yüzden Mavi ağlarım haberin ola...
Ey hayalime uykusuz giren
Turuncu renkli bir elbiseden soydum seni
Sıcaktır diye Eylül’dür diye
Buzluğa kışlık anılar koydum

Saman sarısı Zamanlar düştü Kestanelerden
Mevsim normalleri diye seslenmedik
Derken kestanelerde düştü
Pay düştük zamandan ayrılığa
Adını Eylül koyduk
Nur topu gibi bir Eylül kaldı bize bu aşktan
Eylül’e doyduk...

f.köseoğlu